Nodus – Örnek Çalışma
Kent sakinlerinin kaçı günlük yaşamlarında terk edilmiş binalara veya tamamlanmamış yapılara rastlamıştır? Ve kaç kez bu harabelerin yıllar boyu, işlevsiz bir şekilde kent hayatında yer kapladığını fark etmiştir?
Bu çalışmada ele alınan proje kuramsal bir spekülasyon yaratmayı amaçlamaktadır. Hedefi, inşaatın son aşamalarında terk edilmiş yapıların kent içerisindeki tuhaf mevcudiyetlerine dikkat çekerek farkındalık yaratmaktır.
Bu kent ucubeleri, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık dönemlerinde anlık fırsatların değerlendirilmesiyle, kimi zaman kentsel planlama mevzuatındaki boşluklardan yararlanılarak, kimi zaman da sağlıksız projelere kolay finansman imkânları tanınması ortaya çıkabilmektedirler.
Bu tür yapılar çoğunlukla, yatırımcı şirketin iflas etmesi, inşaatın hukuki sebeplerle askıya alınması veya bilinçli vatandaşlar tarafından yapılan şikâyetler yüzünden tamamlanamayıp inşaat safhasında takılıp kalırlar.
Gerek mevzuatın karmaşıklığı, gerek Kafkaesk bürokrasi nedeniyle yerel yönetimlerin bu tarz binalara müdahale etmeleri oldukça zordur. Herhangi bir çözüm olmayınca kent sakinleri özel mülkiyete ait, bitmemiş ve sağlıksız hayalet yapılarla yıllar boyu yaşamaya mahkûm olur.
Vatandaşlar bu durum karşısında güçsüzdür. Bu adil midir? Mal sahibi mali açıdan yeterli kaynağa sahip olduğu takdirde bu binalardan sorumlu değil midir? Mal sahibinin imkânı olmadığı hallerde ise kamu paydaşları bu çürümekte olan görüntüyü kent siluetinden silmekle yükümlü değil midir?
Mal sahiplerinin mülklerini, halk sağlığı, kentsel planlama ve yaşam kalitesi üzerinde olumsuz bir etki yaratacak şekilde ortada bırakmaları durumunda, bu mülklerin kullanım hakkının yerel yönetimlerce devralınması gerektiğini düşünüyoruz. Belediyelerin bu binaların sorumluluğunu üstlenerek, dönüştürülmüş bir şekilde kent sakinlerinin kullanımına sunması mümkün olabilir.
Bu konuyu tartışmaya açmak için İstanbul’da seçtiğimiz terk edilmiş bir bina üzerinden örnek bir çalışma hazırladık. Sarıyer Belediyesi sınırları içerisinde bulunan Grand Prestige İstanbul Hotel’in tamamlanmamış projesini ele alarak, kullanılmayan bu değerli alanı hayata, insanlara geri döndürmek için tasarım odaklı sistematik fikirler geliştirdik.
Çalışmadaki amacımız yeniden inşa etmek değil, insanların bu yerlerin ne kadar ihmal edildiğini ama aslında ne kadar değerli olduğunu düşünmelerini sağlamaktır.
Grand Prestige Istanbul Hotel Örnek Çalışması
90’lı yıllarda Uran Holding tarafından İstanbul Boğazı’nın Avrupa Yakası’nda, Tarabya’nın batısındaki Hacıosman bölgesinde Grand Prestige Istanbul Hotel’in (GPIH) yapımına başlandı.
Eğer yapımı tamamlanmış olsaydı, bu 21 katlı bina şehrin en lüks ve seçkin otellerinden biri olacak ve İstanbul Boğazının Karadeniz’e doğru açılan, Tarabya’ya hakim konumuyla müşterilerine olağanüstü bir manzara sunacaktı.
1995 yılında şirket sahibinin silahlı bir saldırıda öldürülmesi ve o dönemdeki imar kanununa aykırı yönleri nedeniyle yapılan bir şikâyetin ardından inşaat günümüze dek askıya alındı.
Yıllar boyunca, başta Sarıyer Belediyesi olmak üzere yerel yönetimler, bu çürüyen yapının kaderini değiştirmeye çalıştılar ancak bir sonuca ulaşamadılar.
Günümüzde GPIH
Yapı yaklaşık 100m’lik yüksekliğiyle, çevredeki alçak yapılaşmadan ve etrafını saran nadide ormanlardan dikkat çekici şekilde ayrışmaktadır. Esasen varlığının çevreyle yarattığı tezat nedeniyle inşaatın neden durdurulduğunu anlamak hiç de zor değil.
Binayı ve bulunduğu alanı incelemeye başlayınca aklımıza ilk olarak şu iki soru geldi: Bu iskelet halindeki yapıyı İstanbul halkı için faydalı hale gelecek şekilde nasıl dönüştürebiliriz? Bu can çekişen nesneyi hayata nasıl geri döndürebiliriz?
En basit yaklaşım – belki de en mantıklı olanı- inşaatı yıkmak ve bir parka dönüştürmek olabilir ki devasa yapının ormanın ortasında yarattığı yarayı iyileştirmek için etkin bir çözüm olarak düşünülebilir.
Bir tasarım sınaması olarak bizim seçtiğimiz yol ise, mevcut yapıyı koruyarak, orijinal projenin gerçekleştirilememesi sonucunda ortaya çıkan enkazı dönüştürmek oldu. GPIH’in, yeni kullanıcıları çekebilecek işlevlerle tanımlanabilmesi ve kentsel bağlamda çevresiyle daha açık bir ilişki kuracak şekilde tasarlanması halinde İstanbul’un kuzeyinde yeni dinamikler yaratacak bir katalizör olabileceğine inanıyoruz.
Hacıosman’ı Yeniden Tanımlamak – Nodus Kavramı
GPIH, ormanlar, korular ve parkları birbirinden ayıran otoyolların arasındaki konumu sebebiyle yeşil alanlar arasındaki fiziki bağlantının tekrar kurulmasına hizmet edebilir. GPIH üzerinden birbirine bağlanabilirse, batıda Belgrad Ormanı ile güneydoğuda Hacıosman Korusunu birleştiren bir yaya koridoru yaratılabilir.
Geniş bir kamu alanı yaratması öngörülen GPIH projesini, bölgedeki metro hattı, otobüs ve minibüs durakları, TEM otoyoluna bağlanan Büyükdere Caddesi ve yeşil alanlar gibi kompleks bir bölgede bağlantı oluşturması nedeniyle sembolik olarak “Nodus” olarak adlandırdık.
Yeşil alan bağlantısını sağlamak adına, GPIH’nin hemen yanı başındaki metro istasyonunu ve otobüs duraklarını Belgrad Ormanı ve Hacıosman Korusuna bağlayacak bir üst geçit tasarlayarak yeşil alana erişimi kolaylaştırmayı amaçladık. . Üst geçidin GPIH binasına dokunduğu alanda ise bölgede mevcut olmayan bir meydan/agora yaratmayı öneriyoruz.
Nodus Kimlere Hizmet Edecek?
Bölge, üç metro durağı ile ulaşım sağlanabilen İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maslak Kampüsü ve kuzeydeki özel Koç Üniversitesi’nin ana kampüsü ile birlikte 20.000’den fazla öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır Giderek artan öğrenci nüfusu ile birlikte öğrencilerin konaklama ihtiyacı da artmaktadır. Nodus’un konaklamaya ihtiyaç duyacak öğrencilere en iyi şekilde yurt hizmeti verebileceğini düşünmekteyiz.
Öğrenci Yurdu’nun yeni sakinleri ders çalışmak, yemek yemek, sosyal faaliyetlerde bulunmak için geniş ortak alanlara ihtiyaç duyacaklardır. Gençlerin varlığı yaratıcılığı da beraberinde getirecektir. Öğrenci Yurdu’nun yanında girişimciliğe ve yaratıcı enerjinin ortaya konulmasına imkân veren çok katmanlı bir Öğrenci Merkezi oluşturulmuştur.
Bu tür terk edilmiş yapıların varlığı ve kent kültürünün estetiği arasındaki ilişkinin sembolizmini kullanarak, Nodus’un alt katlarında bir Sokak Sanatları Müzesi (UAM) oluşturulmasını öneriyoruz. Bu mekânda, grafiti, sokak dansı ve tiyatrosu, heykel gibi sokak sanatının çeşitli alanlarından parçalara yer verilebilir.
Sokak sanatından esinlenerek, müzenin bazı bölümleri kapalı, bazı bölümleri açık hava olacak şekilde zemin katta Nodus’un altındaki meydan ile birleşebilir. Her iki mekân arasındaki bu akıcı ve doğal ilişki, Sokak Sanatı’nın Kamu Sanatı olması fikrini güçlendirmektedir.

Community Building
Nodus, etkinlikler, kutlamalar, sanat sergisi ve ağ oluşturma alanlarıyla bir toplanma ve paylaşım noktası olarak düşünülmektedir. Zemin kata erişim sağlayan bir giriş olarak çalışan kamusal meydan bulunmaktadır. Üst geçit, binaya ulaştığı noktada canlı konserler, tiyatro ve sinema etkinlikleri için kendini açık hava tiyatrosuna dönüştürür.
Sokak seviyesindeki Kamusal Meydan, tüm işlevlere erişim sağlayan bir giriş olarak işlev görmektedir. Bu meydan diğer tüm mekânların yerleştirildiği binanın ana gövdesinin altında uzanan podyum üzerinde bir bahçe olarak tasarlanmıştır. Etkinlikler ve kutlamalar için bir toplanma noktası olarak kabul edilebilecek olan açık hava tiyatrosu bu alandaki dominant bir yapısal eleman olarak öne çıkacaktır.
Nodus’un Fonksiyon Programı
Çevrenin inanılmaz panoramik manzaralarından yararlanarak, Nodus’un işletme giderlerini finanse etmeye katkıda bulunacak bir Teras Katı önermekteyiz. Bu mekân, birden fazla restoran, kafe ve bara ev sahipliği yapabilir.
Ayrıca Öğrenci Merkezi’nin çeşitli katlarında dinlenme ve spor etkinlikleri için tasarlanan sosyal alanlar, İstanbul Boğazı veya çevredeki orman alanlarının mükemmel perspektiflerinden faydalanacak şekilde düzenlenebilir.
Yukarıda sayılan tüm bu alanlar, sosyal etkileşimi ve sağlıklı alışkanlıkları teşvik etmeyi amaçlayan, öğrenci merkezinin katları arasında dolaşarak birleştirici bir parkur oluşturan metal çerçeveli bir rampa – Kordon – ile bağlantılıdır. Bu eleman asansör ile zemin katta bulunan koşu parkuruna ve diğer spor alanlarına bağlanmaktadır.
Nodus’ta yaşayanların kullanımına sunulmak üzere bir kentsel tarım alanı da önermekteyiz.
Müdahale Yaklaşımı
Tasarıma ait tüm inşaat sistemlerinin geçici olduğu düşünülerek prekast olmaları öngörülmüştür. Böylelikle, örneğin GPIH’nin mülk sahibinin orijinal projeyi uygulamaya karar vermesi durumunda Nodus’a ait elemanlar kolaylıkla kaldırılabilecektir.
Öğrenci konaklama üniteleri yaşamaya uyarlanmış konteynerlerden yapılabilir. Dönüşümü saha dışında yapılacak olan bu birimlerin; ana kanalları binanın cephesine yerleştirilecek olan elektrik, mekanik ve kanalizasyon sistemlerine bağlanması öngörülmektedir. Tüm yapısal elemanlar hafif çelikten yapılacak ve uygun şekilde güçlendirilecek mevcut betonarme yapıya bağlanacaktır.
Düşey sirkülasyon, mevcut merdivenler, yangın merdivenleri, cepheye uygun şekilde yerleştirilecek panoramik asansörler ve Kordon aracılığıyla gerçekleştirilecektir.
Nodus’un Mantığı
Tüm dünyada, kentsel alanlarda bulunan boş binaların, sahibine kira ödenmeden işgal edilmesi anlamına gelen “Squatting” kavramının örnekleri yaygındır. Squatting, emlak spekülasyonuna karşı savaşan bir toplumsal hareket haline gelmiş durumdadır.
Nodus önerisi ise, özel bir yasal çerçeve ve kamu paydaşlarının birlikte katılımını içermekte ve bu da Squatting’ten çok farklı bir yaklaşım anlamına gelmektedir. GPIH tamamlanmamış bir bina olduğundan “squatting” için henüz hazır olmayan, ‘de facto’ bir bina olarak farklı bir anlam taşımaktadır.
GPIH’nin terk edilmiş inşaatı bizleri, tamamlanmamış binaların mimari açıdan ne anlam taşıdığını düşünmeye sevk ediyor. Bu tür binalar harabe olarak değerlendirilebilir mi? Tanım olarak harabe, bir binanın, çürüme ve bozulmanın sonunda orataya çıkan bir enkazını betimler. Bir binanın harabe haline gelmesi için öncelikle tamamlanması ve belli bir fonksiyon dahilinde kullanılması gerekmektedir. Bu durum GPIH için geçerli değildir.
GPIH’nin yaşanmışlığın getirdiği ağırlıktan arınmış bir bina olması bir avantaj olabilir mi? Bu bizi binanın geçmişinden günümüze taşınabilecek kısıtlamalardan özgür kılar, binayı özgürce tanımlamamızı ve kullanmamızı sağlar.
Kentsel açıdan başarısız bir uygulamanın örneği olan bu binanın tüm doğasını yeniden düşünerek tasarlamaya çalıştık. Mevcut ihtiyaçlara uyarlanmış yeni işlevlerle ve elbette insanların binaya tanımlanmış fonksiyonları kullanmasını sağlayarak, yalnızca binanın kendisini değil, etrafındaki tüm alanı ve bölgeyi yeniden tanımlamayı amaçladık.
Sonuç olarak Nodus örnek çalışması, İstanbul’da veya dünyanın her neresinde olursa olsun, kent yaşamını olumsuz etkileyen, terk edilmiş özel mülkiyet üzerine şeffaf bir tartışma yaratmayı amaçlamaktadır.
Terk Edilmiş Binaların Yaşamı – Hacıosman Nodus Örnek Çalışması’na ait makale ve konsept tasarım ARKollective üyeleri Joao Cruz Neves ve Uğur Yavuz tarafından geliştirilmiştir.

















